Image Map

DİSK Genel Başkanı Kani Beko'nun İzmir'de yaptığı konuşma

DİSK Genel Başkan Kani Beko’nun İzmir’de düzenlenen “Taşerona Karşı #Direnİşçi” eylem ve basın açıklamasında yaptığı konuşma:

izmir9

Değerli dostlar, değerli mücadele arkadaşlarım, taşerona, iş cinayetlerine, ortaçağ karanlığına, iktidarın baskılarına, adaletsizliğe, hukuksuzluğa direnen değerli İzmir halkı…

Soma’daki katliamın üzerinden dört ayı aşkın bir süre geçti. Bu süre içerisinde maalesef 600’e yakın işçi kardeşimiz daha iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Yani Türkiye 2 Soma katliamı daha yaşadı.

Bu cinayetlerde yaşamını yitiren işçi kardeşlerimizin anıları önünde saygıyla eğiliyorum!

Madenler, inşaatlar, tersaneler, işyerleri, fabrikalar işçiler için mezarlığa dönüşüyor. Cuma günü Bartın’daki bir madende bir iş cinayeti daha yaşandı. Madenin patronu şöyle konuştu:“Cumhurbaşkanımızın dediği gibi bu işin fıtratında var”.

Şıracının şahidi bozacı. İş güvenliği sağlamayan patronlara yaptırım uygulaması gereken devlettir. Peki devleti yönetenler ne yapıyor: İş cinayetine savunma hazırlıyor!

Bu koşullar altında cinayetler durur mu arkadaşlar?

Türkiye’de her gün ortalama 4-5 işçi çalışırken ölüyor. Bu ölümler fıtrat değildir, kader değildir. Bu ölümler cinayettir! Daha fazla kâr etmek için, daha fazla kazanmak için bilerek işlenmiş cinayetlerdir.

Biz bu cinayetlerin önlenmesi için yıllardır üç şey söylüyoruz:

İşverenin parasını verdiği kişiler onu denetlemez. Denetleyemez! Peki kim denetleyecek?

Yanıtı 2007’de verdik. Sendikalar, meslek odaları, üniversitelerden uzmanlar el ele vererek, bağımsız bir kurum oluşturulmalı. Denetimi bu bağımsız kurum yapmalı.

Ama önerimizi dinlemediler! Bildiklerini okudular ve sonuç ortada:

İş cinayetlerinde Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü ülke olduk!

İkinci olarak şunu söyledik:

İşçinin en büyük güvencesi örgütlü olmasıdır, sendikalı olmasıdır. Daha da önemlisi sendikasını seçebilmesidir. Eğer bir işyerinde sendika yoksa, eğer bir işyerindeki sendika, patron ile ortak çalışıyorsa orada iş cinayeti bitmez.

Bunu en iyi Somalı kardeşlerim bilir. Onlar şu an burada, aramızda. Her türlü tehdide, baskıya rağmen DİSK’li oldular, Dev Maden-Sen üyesi oldular.

Peki hükümet ne yapıyor? Sendikal haklara karşı 12 Eylül darbecilerinin koyduğu yasakçı yasalara sıkı sıkı sarılıyor. İşçilerin sendikalı olma hakkını yok ediyor. Sendika seçme hakkını gasp ediyor.

AKP darbecilerden devraldığı yasalarla işçilerin elini kolunu bağlıyor. AKP bağlıyor, patronlar sömürüyor. AKP bağlıyor, patronlar öldürüyor. Sistem bu!

Şimdi size soruyorum sevgili arkadaşlarım. Bu sendikal barajları yıkıp geçecek miyiz? Bu zincirleri söküp atacak mıyız? Söz veriyor muyuz?

Gelelim iş cinayetlerinin önlenmesi için söylediğimiz üçüncü konuya:

Taşeron sistemi yasaklanmalıdır. Çünkü taşeron demek iş cinayeti demektir, taşeron demek ölüm demektir. 2014 yılının başından bugüne kadar 1300’ün üzerinde işçi kardeşimiz öldü. Bu işçilerin önemli bir bölümü taşeron işçilerdir.

Taşeron düzeni işçi sınıfına karşı açılmış bir savaştır.

Bu savaşı açanlar işçilere aç kal diyor! Açlık sınırının altında asgari ücretle yaşayacaksın diyor. Bu savaşı açanlar “10 saat, 12 saat köle gibi çalışacaksın” diyor.

Bu savaşı açanlar, işçinin tatili olmaz, fazla mesaisi olmaz, sendikası olmaz, toplu sözleşmesi olmaz diyor. Bugün Türkiye’de her yüz işçiden sadece 5’i toplu sözleşmeden faydalanıyor. Bu durumun başlıca nedeni taşeron sistemidir.

Burada sevgili İzmir halkına seslenmek istiyorum. Taşeron belası sadece işçiyi değil tüm İzmirlileri tehdit eden bir beladır! Çünkü taşeron, kamu hizmetinin kalitesinin düşmesi demektir. Kamu hizmeti sürekli bir hizmettir. Bu hizmeti veren işçinin eğitimi, tecrübe kazanması zaman almaktadır. Oysa taşeron şirketlerin değişmesi ile beraber işçiler de değişmektedir.

Kente su hizmeti sağlayan bu işçiler. Kanalizasyon borusu döşeyen, toplu taşıma araçlarını kullanan bu işçiler. Sokakları temizleyen, parklara bakan, ağaçları diken bu işçiler.

Soruyorum size, bu işçilerin kadrolu işçilerden farkı ne? Onların yaptığı işin farkı ne? Onlar bu ülkenin yurttaşı değil mi? Taşeron işçiler yıllardır iş cinayetlerinde ölüyor. Taşeron işçiler yıllardır direniyor. Taşeron işçiler analarının ak sütü gibi helal olan kadro haklarını istiyor. Artık onları oyalayamazsınız. Artık onları kandıramazsınız!

Bakın bugün İşsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya olan, taşeron köleliğine direnen, Genel-İş üyesi 1170 İzenerji park bahçe çalışanı aramızda. Yine benzer biçimde, Karabağlar Belediyesi’ne bağlı Karbel’de çalışan ve bugün taşeron tehdidi ile karşı karşıya olan Genel-İş üyesi işçi kardeşlerimizin haklı talepleri için kol kola omuz omuzayız.

AKP iktidarının çıkardığı yasalarla taşeron zorunlu oldu. Özellikle belediyelerde, taşeron şirketler her yeri örümcek ağı gibi sardı. Yerel yönetimlerde 120 bin kadrolu işçi çalışırken, taşeron işçi sayısı 750 bini geçti.

AKP hükümeti, kamu hizmetlerini taşerona devretmek için her yolu deniyor. Norm kadro diye kadrolu işçi alımını önlüyor. Kamu İhale Mevzuatı’na zorlayıcı hükümler koyuyor, belediye şirketlerini devre dışı bırakıyor.

Dikkat edin arkadaşlar! Kamu İhale Mevzuatı diyorum! Devletin bu mevzuat ile aldığı çimento değil, demir değil, araç-gereç değil! Devlet kamu ihalesiyle insan alıyor insan! Bu ülkede ihale ile işçi alıp satıyorlar! Bunun adı kölelik değil de nedir? Bunun adı düpedüz insan ticaretidir!

Soruyorum size! Bu hangi vicdana sığar, hangi ahlaka sığar, hangi inanca sığar!

Bir de bunların havuz medyaları var. O medya organları aylarca “taşerona müjde” diye başlıklar attı. Sonuç ne oldu? Torba yasadan rantçılara müjde çıktı. Kara paracılara müjde çıktı. Doğayı yağmalayanlar için müjde çıktı. Özelleştirme talancılarına müjde çıktı.

Peki ya milyonlarca taşeron işçiye müjde çıktı mı? Çıkmadı arkadaşlar! Bu iktidar taşeron işçiler için yine kılını bile kıpırdatmadı. Taşeron işçiler ile ilgili torba yasadaki düzenlemeler, hiçbir yeni hak getirmedi.

Biliyorsunuz belediyelerdeki, hastanelerdeki, karayollarındaki taşeron işçiler binlerce dava açtı. Ve bu davaları kazandılar. Mahkemeler dedi ki “Bu işçiler asıl işverenin, yani kamunun işçisidir”.

Sayın Çalışma Bakanı’na sesleniyorum. Torbayı, çorbayı, çuvalı boşverin. Siz bu mahkeme kararlarını uygulayacak mısınız, uygulamayacak mısınız?

Taşeron işçiler için verilecek müjde belli. Nedir o müjde? Taşerondan kurtulmak! Taşeronu yasaklamak. Tüm taşeron işçileri asıl işverenin işçisi olarak istihdam etmek. Belediyede çalışan her işçi, hastanede çalışan her işçi, karayollarında çalışan her işçi doğrudan asıl işverenin işçisi olacak. Kadrolu olacak. Güvenceli olacak! Biz bundan başka müjde tanımıyoruz!

Peki, son 12 yılda ülkeyi taşeron cumhuriyetine çeviren AKP ne diyor? Torba yasada diyorlar ki: “Durmak yok, taşerona devam!”

Ama artık yeter! Biz taşeronu bu ülke topraklarından söküp atacağız! Bu bizim ölen işçi kardeşlerimize borcumuzudur. Soma’ya borcumuzdur. İnşaatlarda, tersanelerde yitirdiğimiz kardeşlerimize borcumuzdur. Bu aynı zamanda çocuklarımıza bir borcumuzdur.

Çünkü bizim çocuklarımızın ayakkabı kutuları yok, gemicikleri yok. Bizim çocuklarımızın sıfırlanacak milyonları yok! Bizim çocuklarımız emekleriyle, alnının teriyle ekmek parasını kazanacak. Biz çocuklarımızın taşeronlara köle olmasına izin vermeyeceğiz!

Değerli Dostlar;

Sözlerimi bitirirken tüm çocuklarımıza yeni öğretim yılında başarılar diliyorum. Ancak onlar haramilerin kuşatması altında. Çocuklarımızı uslu köleler haline getirmek istiyorlar. 4+4+4 sitemiyle, İmam Hatip dayatmasıyla, gerici kadrolaşma ile, zorunlu din dersleri ile onların gencecik beyinlerini kuşatıyorlar.

Ben buradan çocuklarımızın aydınlık geleceğine sahip çıkan tüm öğretmenlerimizi selamlıyorum. O öğretmenlerimiz 24 Eylül’de greve gidiyor.

Burada söz verelim. 24 Eylül’de, grev gününde öğretmenlerimizi yalnız bırakmayacağız. Mücadeleleri mücadelemizdir. “Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız!”

Bir ufak hatırlatma daha yapmak istiyorum. Bildiğiniz gibi Ortadoğu’da IŞİD adı verilen bir çete halkları katletmeye devam ediyor. Emperyalist güçlerin hedeflerini hayata geçirmek için bu çeteleri besleyenler arasında maalesef Türkiye’yi yönetenler de var. Ancak bizim yüreğimiz direnenlerle beraber.

Bizim istediğimiz halkların barış içinde, kardeşçe yaşadığı bir Ortadoğu’dur. İnsanları ırk mezhep ayrımına göre birbirine düşürenlere karşı bizim hedefimiz barıştır, demokrasidir, özgürlüktür. Bizim için Filistin Şengal’dir. Şengal Gazze’dir. Gazze Kobane’dir.

AKP acıya pasaport sormaktadır. Mezhepçi çetelerin elini kolunu sallayarak geçtiği sınırlarda insanlara zulüm uygulamaktadır.

Biz işçi sınıfıyız. Biz acıya pasaport sormayız. Biz acıları mezhebe göre, ırka göre ayırmayız. Biz o acıları kucaklayarak birleşmeyi, bütünleşmeyi hedeflemeliyiz.

Bizim şiarımız şudur: Yaşasın işçilerin birliği, yaşasın halkların kardeşliği!

Ve haydi. Bugün burada tüm gücümüzle bir kez daha haykıralım. Dost düşman duysun:

Aylardır direnen İZENERJİ işçileri size soruyorum. Tüm belediye işçileri, hastane işçileri, maden işçileri, tüm işçiler… Taşeronu bu topraklardan söküp atana kadar, bedeli ne olursa olsun mücadeleye VAR MIYIZ? VAR MIYIZ? VAR MIYIZ?

O halde hep beraber haykıralım: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam”

ITUC ETUC